Derya AKYOL ile Mezopotamya Ekoloji Hareketi üzerine söyleşi, 01.11.2024
Ekolojik ve toplumsal krizlerin içiçeliği ile birlikte şüphesiz Kürdistan her alanda kırıma uğratılan bölgelerin başında gelmektedir. Kürdistan doğasına yönelik gerçekleştirilen talan dolayısıyla toplumsal yaşamın kırımına karşı gelişen refleks ile ekoloji hareketi doğdu. Basın aracılığıyla sıkça takip ettiğimiz, birçoğumuzun beraber mücadele yürüttüğü Mezopotamya Ekoloji Hareketini kendilerinden tekrar dinlemek istedik. ‘Ekolojik Yaşam’ dergisinin ilk sayısında yayınlanan ve Kürdistan’da gerçekleşen yıkımlara karşı mücadele hattını, yöntemlerini, dünü, bugünü ve yarınını ele alan söyleşiyi burda yayınlıyoruz.
1-Meh ne zaman ve hangi koşullarda kuruldu?
Genelde tüm dünyada yürütülen ekokırım, özelde ise kadim coğrafyamızda da siyasal iktidar eliyle sürdürülmekteydi. Kürdistan’da yürütülen ekokırımlar; başta savaşın yarattığı tahribat, sermayeye peşkeş çekilen doğal yaşam alanları, orman yangınları, tarihin ve binlerce endemik bitki ve hayvan türünün ortak yaşam alanları, köyler ve kasabalarla birlikte barajlar eliyle sular altında bırakılmıştı. Geliyê Godernê ve Gelîyê Zîlan gibi halkların hafıza mekanları yok edilmek istenmişti. Hasankeyf gibi muazzam bir kültürel miras tüm dünyanın gözleri önünde sular altında bırakıldı. Doğal yaşam alanları; termik santraller, maden ocakları, HES’ler, RES’ler, JES’ler, çarpık kentleşme ile yok edilirken, toplumsal eşitsizliğin derinleşmesi, artarak yayılan hiyerarşi ve tahakküm ilişkilerinin üst seviyede yaşandığı bir dönemde, karşı yaşamın savunulacağı ekolojik bir hareketin gelişmesi de artık elzemdi.
Bu çerçevede 2011 yılında başta Türkiye, İran, Irak ve Suriye’den olmak üzere onlarca ülkeden gelen ekoloji aktivistlerinin katıldığı Mezopotamya Sosyal Forumunda; küreselleşen kriz karşısında, küresel bir ekoloji mücadelesinin verilmesi gerekliliği sonucuna vararak; Mezopotamya Ekoloji Hareketi’ni kurduk.

2- Mezopotamya Ekoloji Hareketi hangi amaçla kuruldu, hangi sorunlarla karşılaştınız?
Toplumsal eşitsizlikler, ekolojik yıkım ve aşırı tüketim yerkürede geri dönüşü olmayan tahribatlara yol açıyordu. Yaşlıların gençler, erkeğin kadın, bir sınıfın diğer bir sınıf ve devletin toplum üzerindeki tahakkümü, yani insanlığın kendi içindeki tüm çatışmaları kaçınılmaz olarak doğayla çatışmalara neden olmuş; hiyerarşiler, sınıflar, mülkiyet biçimleri ve hiyerarşik kurumlar kavramsal olarak insanlığın doğayla olan ilişkisine taşınmıştı. Doğaya yabancılaşma, sonsuz kâr hırsıyla birlikte hem ekolojik hem de toplumsal krizler tüm yaşam alanlarını etkiliyordu.
Tam da bu noktada dünyanın herhangi bir yerindeki ekolojik tahribat nasıl bütün dünyayı etkiliyorsa, insan-insan, insan-doğa ve toplum-doğa arasındaki yabancılaşmayı aşmak temel amacımız haline gelmişti.
Doğayla sürdürülebilir, simbiyotik bir ilişkilenme biçimini esas alarak, sermaye tekellerinin doğaya pervasızca yaklaşmasına karşı tepkiselliği örgütlemek ve bulunduğumuz coğrafi bölgeden başlayarak ekoloji mücadelesini küresel ölçekte örgütlü hale getirip, ekolojik topluma erişmek en temel amaçlarımızdan biri oldu.
Kuruluş aşamasında Türkiye ve dünyadaki diğer ekoloji hareketlerinin de yaşadıkları muhtemel olan ortak sorunları MEH olarak bizler de yaşadık, yaşıyoruz. Başta sayabileceğim en temel sorunlardan biri; ekoloji dernekleri, meclisleri, örgütlerinin toplum tarafından genellikle “marjinal” veya “romantik” olarak görülmeleridir. Toplumdaki bu bakış açısı, liberal sızmaları da işin içine kattığımızda ekoloji hareketlerinin dar kalmasına, bir türlü toplumsallaşamamasına ve toplumun da hareketi benimsememesine neden olmuştu.
Türkiye’deki yürütülen anti-demokratik uygulamalar nedeniyle bazı sorunlar yaşadık. Bu süreçte genel anlamda gelişemeyen sivil toplum örgüt ve inisiyatiflerinden biri olarak MEH’in de içi boşaltılmak ya da sindirilmek istendi. Her ne kadar demokratik, fiili, meşru ve hukuki mücadeleyi sürdürmeye çalışsak da iktidar paydaşları tarafından çalışmalarımız kriminalize edilmeye çalışıldı. En meşru hak olan yaşam hakkını savunmamız bile ciddi baskılara neden oldu. Bu durum genel olarak zorlayıcı olsa da mücadelemizden asla geri durmadık, durmayacağız.
3- Örgütlenme modelini açar mısınız?
Eşit ve özgür yurttaşlık bilinci, toplumsal vicdanın ve ahlaki- politik toplumun gelişimi, örgütlenme modelimizin üstünde durduğu temeldir. Bu alanda mücadele yürütmek ise öncelikle bunun sorumluluğuna varmak ve sorumluluk düzeyinin bilme ile bilince erişmesini gerekli kılmıştır. Bunun da, her yurttaşın kendisini her alanda yetkinleştirip, donatması ile gerçekleşeceğine inanıyoruz. Bu açıdan ‘öğrenme ve öğretme’ sürecinin karşılıklı olduğu komün ve kooperatifleri örgütleme, anlayışımızın kurumsal halidir.
Model olarak; hiyerarşik olmayan, tahakküm ve bürokratik ilişkilerden arınmış, yerelden-yerinden yönetimi esas alan bir örgütlenme zeminini oluşturmaya çalışıyoruz. Sokaktan, mahalleden -köyden yani yerelden başlayarak, demokratik komün ve meclisler aracılığı ile ilk ekolojik örgütlenme biçimimizi gerçekleştirdik. Genel meclis olarak konfederasyon çatısı altında meclisler bir araya gelerek yerelden gelen öneriler doğrultusunda çalışmalarımızı yürütüyoruz.
Meclisler “çeşitlilik içinde birlik” ilkesinin de bir gereği olarak farklılıkların kendilerini var edebileceği heterojen yapılar olarak örgütlendi. Mecliste çalışmalarında kadın-erkek eşitliği (eşit temsiliyet) ve eş sözcülük esas alındı. Yetkinin merkezileşmesinin önüne geçilmesi adına her altı ayda bir eş sözcülükler ve temsiliyetler değiştiriliyor. En önemlisi ise geri çağırılma maddesidir; bu madde ile yetkilendirilenlerin, görevi kötüye kullanma durumlarında, görev süresi dolmadan da meclis kararı ile görevden alınabilmesidir.
Yerellerde ekoloji meclislerini demokratik, toplumsal ekoloji perspektifiyle inşa ederken, akademi çalışmalarıyla da eko-endüstri, eko-kent ve eko-teknolojiye yönelik atölye çalışmaları ve illerde politikaya yönelik yapılan çalıştaylar ile yerel yönetim süreçlerine de etki ederek modelimizi pratiğe geçirmeye çalışıyoruz.
4-Neden Toplumsal Ekoloji ?
Günümüzde küreselleşen ekolojik krize karşı parçalı mücadelenin, yada liberal çevreci bakış açısıyla yürütülen mücadelenin başarıya ulaşamayacağını geçmiş dönemlerde deneyimlemiştik. Toplumumuzun doğa talanına ilişkin en içten, vicdani ve refleksif tepkileri elbette çok yerinde ve kıymetlidir. Ancak mevcut krizi aşmada yeterli değildir. Toplum-doğa ilişkisini yeniden gözden geçiren ve mücadelesini sürdürürken aynı zamanda inşa eden bir model ile bunun mümkün olabileceği, bizler açısından oldukça netti.
Rantçı tekelci sermaye karşısında dayanışma esas alınmalıydı. Bunun gerçekleşmesi için toplumun en küçük yapısından başlayarak demokratikleştirmek gerekiyordu. Demokratik olmayan ekolojik olamazdı. Ekolojik olmayan demokratik olamazdı. Toplumun kendisi ise özünde zaten ekolojik ve demokratikti. Geliştirilen iktidar aygıtlarının baskı ve sömürü düzeni ile bu değerler yerle bir edilmişti. Bu sebeple neden toplumsal ekoloji? sorusuna en yalın haliyle ‘yerellerden başlayarak tüm toplumsal alanlarda, merkezi iktidar odaklarına karşın hiyerarşi ve tahakkümden arındırılmış demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü toplumun değerlerini esas aldığı içindir’ diyebilirim.
5- Ekoloji mücadelesi yürütürken Türkiye deki ekoloji örgütlerinden farkınız nelerdir ?
Türkiye de ekoloji mücadelesi yürüten çok değerli, onlarca örgüt, dernek, platform ve kollektif var. Son yıllarda ekolojik tahribatları gündeme getiriyor ve bunun mücadelesini yürütüyorlar. Çoğu zaman ortaklaşmalarımız da oluyor. Ancak gözlemlediğimiz kadarıyla mücadelelerini çoğunlukla parçalı halde sürdürmeyi tercih ediyorlar. Bizler bu parçalılığın başarıya götürmeyeceğine inanıyoruz. Tüm ekoloji örgütlerinin birlikte mücadele ettiklerini bir düşünün! Aşamayacağı hiçbir engel kalır mı?
Konuyu dağıtmadan, farkımıza değinmeden önce, ekoloji meselesinin sınıflar-üstü ve uluslar-üstü bir mesele olduğunu tekrar etmekte fayda olacağını düşünüyorum. Aynı zamanda ekoloji hareketlerinin genel karakterlerini incelediğimizde; tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de hakim birkaç anlayış öne çıkıyor.
İnsanı merkezine alıp, insan dışı tüm canlı- cansız varlıkları meta gibi gören ve insana hizmet etmesi gerektiğine inanan bir anlayış var. Ki bu bakış açısında pozitivizmin ve dinin etkisi oldukça fazladır. Doğayı miras gibi gelecek nesillere aktarılması gerektiği fikrine dayanıyor. Coğrafi konumuna göre orman yangınlarını değerlendiren ve şirketler tarafından yönetilen Tema vakfı da, termik santrallere finansal kaynak sunan bankalarda kendini çevreci olarak tanımlıyor.
Bir diğeri ise doğayı merkezine alıp insanı doğada zararlı bir virüs olarak tanımlayanlardır. İklim krizi, küresel ısınma, kirlilik, türlerin azalması da dahil tüm tahribatların insan kaynaklı olduğunu düşünür. Ve çözüm olarak insanın doğadaki yerini azaltmayı hedefler. Ekolojik yıkıma karşı çözümünün ise; asgari düzeye indirgenmiş bir tüketim alışkanlığı, nüfusun azaltılması olabileceğini düşünürler. Böylelikle de esas fail olan kapitalist uygarlık sistemini temize çıkarırlar.
Tabi sanayi kapitalizmi ile bu doğacı ve insan merkezci çevreci anlayış, -ekolojik krizlere cevap olmayı bir kenara bırakalım onların işletmesi haline gelmesiyle-, yerini radikal ekolojik hareketlere bırakıyor. Derin ekoloji, ekososyalizm, ekofeminizm, ekofaşizm ve toplumsal ekoloji gibi…
Mezopotamya Ekoloji Hareketi olarak bizler ekoloji mücadelesi yürütürken toplumsal ekoloji perspektifinin yol ve yöntemlerini esas alıyoruz. Bu açıdan toplumsal ekoloji; insanın doğaya tahakkümünün, insanın insan üzerindeki tahakkümden kaynaklandığını savunur. Bu anlayış hiyerarşik ve tahakkümcü olmayan, on binlerce yıllık doğa ve insanın barışık, dayanışmacı bir yaşamını esas alır.
Toplumsal ekoloji, birlikte mücadele etmek kadar toplumla bütünlüklü olmayı da gerektirir. Türkiye’deki diğer ekoloji örgütlerinden temel farkımızın da bu olduğunu düşünüyorum.
Çözümü ise hiyerarşik ilişkilerden sıyrılmış, tüm karar alma mekanizmalarında aktif yer alan yurttaşlık modeliyle kapitalizm ile siyam ikizi olan tekelci endüstriyalizme karşı demokratik ekolojik toplum olarak görüyoruz.
6- Türkiye ekoloji hareketlerine katkılarınız nelerdir?
Gezi süreci Türkiye’deki sol, sosyalist ve ekolojist hareketler açısından bir dönüm noktasıydı. “Bir ağaç meselesi” üzerlerindeki ölü toprağı atıp direnişin parçası haline gelmeleri anlamlıydı. Bu süreçte Hevsel’den (Amed’teki Hevsel bahçelerinde ağaç kesimlerine karşı geliştirilen direniş) geziye ülkeye yayılan ekoloji mücadelesi ciddi bir ivme kazandı.
MEH, bu süreçte gelişen direniş üzerinden Türkiye’deki bütün ekoloji örgütleriyle ilişkilenerek ortak bir mücadele hattını belirledi. Yine birçok ekoloji oluşumunu destekleyerek öncülük etti. Türkiye’de yüzlerce çevreci kurum ve ekoloji hareketlerinin içinde yer aldığı Ekoloji Birliği gibi ekokırım karşısında ekoloji mücadelesinin en geniş örgütlü tabanı haline gelen birliğin kurucu bileşeni oldu. Ekoloji birliğindeki çalışmalarda yaklaşık beş yıldır aktif olarak yer alıyoruz.
Yine birçok ekoloji hareketi ile ortaklaşarak Kürdistan, Türkiye ve uluslararası alanda dayanışma ağları oluşturduk, olanlara dahil olduk güç verdik ve güç aldık. Dayanışma sağladığımız en önemli hareketler demokratik ve sosyalist temelli yapılar olmuştur.
Türkiye ekoloji hareketlerine en önemli katkılarımızdan biri de demokratik siyaset, eşit temsiliyet, “çeşitlilik içinde birlik” ilkesi olmuştur. Bu temel ilkeleri esas alınarak zaman ve mekan ayırt etmeksizin mücadelenin evrenselliğine katkıda bulunduk. Bulunduğumuz tüm platformlarda eşit temsiliyet ve eş sözcülüğü esas aldık.
7-Mezopotamya Ekoloji Hareketi’nin gelmiş olduğu aşama ekolojik ve toplumsal yıkımlara engel oluyor mu?
Mezopotamya Ekoloji Hareketi, kurulduğu yıldan bu yana ciddi bir ekolojik bilinç düzeyini yaygınlaştırmış, Türkiye ve Kürdistan’daki ekoloji mücadelesine örgütlülük ve eylemsellik düzeyinde güçlü bir ivme kazandırmıştır. Gerek geliştirdiği ekolojik örgütlenme modeli, gerekse de yürüttüğü toplumsal mücadele düzeyiyle daralan toplumsal muhalefete nefes aldırmıştır. Bu anlamda geçmiş süreçlere damgasını vurmuş olsa da geldiğimiz aşamada kırım karşısındaki düzeyinin yeterli olduğu söylenemez.
Değişen konjektür karşısında eskinin örgütlenme modeliyle cevap olunamayacağı da açıktır. Bu perspektifle ekoloji mücadelesi sadece ekoloji hareketleriyle birlikte mücadele yürütmenin ötesine geçmeli, yaşamı bir bütünen ele alarak kadın mücadelesiyle, emek mücadelesiyle, sağlıkla, eğitimle, demokrasi mücadelesini yürüten bütün bileşenlerle ortak mücadele zeminleri oluşturmalıdır. Mezopotamya Ekoloji Hareketi, derinleşen çoklu krizler karşısında, ekoloji mücadelesini ciddi bir toplumsal inşaya dönüştürecek bir formata kavuşturmayı hedefleri arasına almalıdır.
8- Meh olarak mücadele yöntemleriniz nelerdir?
Kapitalizm, kendi yarattığı krizler karşısında ulus- devletler eliyle, pozitivist bilimi ve elitlerin hukuk rejimini tek hakikatmiş gibi tüm toplumlara dayatmaktadır. Bu sebeple ekolojik toplum mücadelesine ‘Justitia’nın gözlerindeki bağı çözerek başlamak gerekir’ bununla birlikte ekoloji akademileri kurarak, bilgi paylaşımını da esas alıyoruz. Radikal demokrasi ve kadın özgürlükçü paradigmanın geliştirilmesi için toplumun en küçük yapısından başlayarak en geniş tabanına yayılan farkındalıklar yaratıyoruz. Bunun için bütün eylemselliklerini toplumun tüm kesimleriyle gerçekleştirmek temel yöntemimizdir.
İhtiyaca göre forum, sempozyum, panel, seminer, çalıştay, kitlesel yürüyüşler, sivil itaatsizlik gibi eylemselliklere öncülük ederek ekoloji mücadelesini toplumsallaştırmakta yol ve yöntemlerimiz arasındadır.